4 Nisan 2013 Perşembe

Barselona'da aylaklık

Doğruyu söylemek gerekirse buraya gitmeden önce çok büyük bir beklentim yoktu, ancak gitme tarihim yaklaştıkça içimde burayı görme heyecanı ve 'Ispanya ateşi' alevlenmişti içimde. la Ramblayı, la Sagrada Familia'yı, FC Barcelona'yı(!) kim bilmezdi? Açıkçası yıllardır Ispanya'ya olan sempatim müzik, gastronomi ve edebiyat alanında yükselirken; zamanla bu şehrin parlayan bir marka halini alması beni bu şehre bilet almaya iten sebeplerden biri oldu. Iyi ki de almışım :) Barselona'ya hayat dolu dememin sebebi ise herşeyin yavaşça aktığı, 'kafaların' rahat bir yer olması. Aylakça geçirdiğim bir haftada bir sene yetecek kadar sıfırlandım.

Barselona karışık gezi rotamın uçak kullanmamı gerektiren kısmında idi (Viyana-Bratislava-Prag-Wrocław-Barselona-Budapeşte-Viyana) Polonya'ya gelene kadar tüm şehirleri gezmeye doyamazken Barselona aklımı bir köşeden kemiriyordu. Haziran 2011'de Selanik'te tanışmış olduğum gezgin arkadaşım Nazlı'da kalacaktım, sağolsun sayesinde koca bir hafta boyunca harika vakit geçirdim. Barselona'nın yerlisi olmuştum adeta.

Uçağım 09:30'da kalkacaktı. 7 gibi uyandım, Wrocław'da kaldığım arkadaşımın evi havaalanına yakın bir mahallede idi. Kahvaltı, son paketlenme derken 8 gibi havaalanındaydım. Kontrollerden geçtikten sonra uçağı beklemeye başladım. Sıraya girdikten sonra kabine çıktım. Uçaktaki Ispanyolca anons ile iyice havaya girmiştim:)



Uçaktan iner inmez yüzüme ateş vurdu diyebilirim. Hava sanırım 35'C idi. Aklımda sürekli Nina Pastori'nin şarkıları çalıyordu. Burada olduğuma inanamıyordum, sonunda gelmiştim! Indiğim havaalanı 110 km uzakta idi. Normalde havaalanından (Girona) direk otobüsler de var ancak trenle gitmek daha ucuz. O sebeple shuttle'a binip Girona tren garına gittim. Ama ortamda bir tuhaflık vardı. Ispanya'da değildim aslında, Katalanya'daydım. Konuşulan dil, anonslar, uyarılar herşey önce Katalanca idi. Başta yadırgamış olsam da zamanla bu duruma alıştım. (Ben Ispanya'ya gelmiştim oysa ki?!)
Bilet kontrolü olmadan 1 saatlik yolculuğun ardından el Clotta indim. Fazla uğraşmayıp, tek seferlik bilet alarak mor hatta geçip St.Marti'de indim (arkadaşımın evi buradaydı çünkü). Barselona Metrosu ayrı bir yazı konusu olabilir belki, ancak mükemmel bir sistem oluşturmuş olmalarına değinmezsem ayıp olurdu. Şehrin hemen hemen her yerini saran bu ağda hatlar arası geçiş ücretsiz.

Gün gün ne yaptığımı hatırlamıyorum ancak nereleri gezdiğimi hatırlıyorum. O sebeple tuttuğum notlar ve hatırlayabildiklerim ışığında tüm olanları bu yazıya yansıtmaya çalışacağım.

Barselonayı gezmeye başlarken göze en çarpan durum aşırı turist yoğunluğuydu. la Rambla ve etrafında her sokaktan fışkıran turistlerden bir süre sonra heryerde olduğu gibi beni burada da bıktırmıştı. Turistlerin pek gitmediği mahalleler ve yerli insanların yaşadığı semtleri gezmek benim için hep daha ilgi çekici olmuştur. Öncelikle turistik olan yerlerden başlayacağım.



La Rambla

La Rambla, Katalunya meydanı ve sahil tarafındaki Kristof Kolomb heykeli arasında kalan, şehrin kalbi diyebileceğimiz bir cadde. Etrafında bolca turistik işletme, kafe vs ve her daim kalabalık insan grupları mevcut. Yüksek boylu çınar ağaçların gölgesi eşliğinde cadde de salına salına yürüyebilirsiniz.. Ama gene de bulunmaktan kaçındığım bir cadde oldu benim için.
Caddeden denize inerken sağ taraf, Raval'ı oluşturuyor. Çin mahallesi (barrio xino) de denmekte. Ağırlıklı olarak göçmenlerin, düşük gelirli insanların yaşadığı ve suç oranlarının da yüksek olduğu bir bölge. Ama içinde yer alan mahalle kütüphanesini unutamıyorum. Son derece zengin bir içeriği ve güzel bir ortamı vardı. Mahalledeki insanlar kendilerine yeteri hizmet götürülmediğini düşündükleri için belediye'ye tepkililer. Bu durumu da balkonlarından yansıtmışlar. Pankartta, 'daha iyi bir mahalle istiyorum' yazılı.



Caddeden inmeye devam edelim. Karşımıza Mercat de la Boqueria çıkıyor. Burası gene denize doğru inerken caddenin sağ tarafında yer almakta. Barselona'nın en meşhur pazarı burası ve turistlerinde uğrak yeri. Pazara girmeden ağır bir pastırma (jamon) kokusu karşılamakta. Değişik baharatlar, peynirler, tropik meyve sebzeler vs. burada satılmakta ve rengarenk görüntüler oluşturmakta. Meyve salataları ise çok revaçta. Marketin en meşhur yeri ise şüphesiz Pinotxo Cafe. Sahibi  Ancak pazarın daha arka taraflarından alırsanız daha hesaplı oluyor. 1€'ya elimdekini almıştım mesela.


Aşağı inmeye devam edelim. Caddenin sol tarafında 'Plaça Reial' yer almakta. Bu hoş dikdörtgen meydanın ortasında küçük bir havuz ve etrafta palmiye ağaçları var. En sevdiğim meydanlardan biri olmuştu. Bir dondurma alıp etrafta takılmanızı tavsiye ederim.
Bu arada meydanda 'Fanals' denilen sokak aydınlatmalarına dikkat etmenizi tavsiye ederim. Belediye tarafından Gaudi ve Cornet'e yaptırılmış bu lambalar.
Ayrıca meydanda sıkça sanat etkinlikleri ve konserler düzenlenmekte. Eylül ayındaki 'La Merce' festivali gene bu meydanda yapılıyor.



Plaça Reial (Plaza Real)

Plaça Reial'in de bulunduğu 'Barrio Gotic' bölgesi Barselona'nın 'old city' kısmını oluşturmakta ve benim de dolaşmaktan en sevdiğim mahalle olmuştu. Barselona Katedrali, dei Rei meydanı, antik sutunlar, Sant Felip Neri meydanı gibi pek çok güzel yer bu mahallede yer alıyor. Saatlerce bu mahallede dolaşmayı hala çok özlüyorum. Başıboşluğun ve rahatlığın adresiydi benim için. 



Barri Gotic'ten bir kare

Temple of Augustus

Size bir sır vereyim. Arkadaşım Nazlı beni muhteşem bir meydana götürdü ve burada cidden huzuru hissettim. Meydanın adı 'Plaça de Sant Felip Neri'. Ama malesef bu meydanda çok kanlı olaylar olmuş Ispanya iç savaşı sırasında. Meydana ismini veren kilisenin duvarlarında şarapnel ve mermi izleri duruyor. Ve bu küçük ve gizli meydan turist yoğunluğundan ve şehir karmaşasından uzak kalabilmiş. Mutlaka tavsiye ederim. 






Buradan katedrali görmek üzere ayrılıyorum. Buradaki sokaklar tam kaybolmalık. Her sokak ayrı bir sürpriz.


Bahsettiğim sokaklar

Franco döneminden kalmış olduğunu düşündüğüm bir çıkış levhası.


Barselona'nın kendine has balkonları

Barselona katedrali bana en sevdiğim yapılardan olan Köln Katedralini hatırlattı. Bu kilise de gotik mimari tarzda yapılmış. Giriş kapısı ve oymalar birbirine çok benziyor. Buraya giriş malesef ücretli. Kiliselerin ücretli olmasına karşıyım, ama yapacak birşey yok. Bende girmedim içine zaten.



Barselona Katedrali

Buradan Plaça dei Rei meydanına geçtim. Kralın meydanı demek. Geçmişi 14.yüzyıla dayan bu meydanın etrafı, Barselona kontlarının evi olan Palau Reial Major, Reial de Santa Àgueda şapeli gibi yapılarla çevrili. 


Meydan

En çok görmek istediğim yerlerin arasında Parc Güell de vardı elbette. Bunun için La Rambla'daki Liceu istasyonundan metroya bindim. Bu yeşil hat, şehri doğu-batı yönünde birbirine bağlıyor. Barselona metrosu bu güne kadar gezdiğim yerlerde kullandığım en pratik ve kullanışlı sistem oldu. Parc Güell'e gitmek için Lesseps yada Vallcarca durağında inmek gerek. Ikisinden de hemem hemen aynı uzaklıkta. Yol hafif yokuş yukarı olsa da, parkı görme heyecanı bu yolun engebesini unutturuyor. Yol kenarında turistik eşya satan bolca yer var. Fiyatları normaldi. Ancak benim gibi magnet alma hastalığınız varsa, mutlaka parkın içindeki göçmenlerden almalısınız. Tanesi 1€ ve fazla alırsanız daha ucuza bile almak mümkün.

Parc Güell'e dayanamadım iki defa gittim. Her gittiğimde de farklı tatlar aldım. Bana kalırsa akşama doğru saat 5-6 gibi gitmek en iyisi. Hem daha serin olur, hem de güneş batışa geçtiği için renkler daha oturup güneşin turuncu renkleriyle güzel fotoğraflar yakalanabilir. 
Gaudi, verdiği seramik siparişlerinin büyük bir kısmının kırılmış olarak geldiğini gördüğünde bu duruma çok üzülmüş. Ancak daha sonra bu kırık parçaları soylu Güell ailesinin isteği üzerine yaptığı bu parkta kullanmış. Iyi ki de kırılmış o seramikler :)

O meşhur fotoğraflardan biri


Parkın ana girişine yani ana meydana bakan banklar dalga şeklinde yapılmış. Altında ise sutunlardan, koridorlardan oluşan bir alan mevcut. Bahçeleri dolaşmayı, patika yollarını tepmeyi salık veriyorum. Hazırlamış olabileceğiniz sandviçinizi de yemek için harika bir yer burası.

Dönüşte ise yürüyerek la Rambla'ya indim. Ciddi mesafe var yalnız uyarmış olayım. Yol üstünde Gaudi'nin Casa Mila'sını ve Casa Battlo'sunu gördüm.


Casa Mila (la Pedrera)

Gelelim Tibidabo'ya. Şehrin hemen her yerinden gözüküyor bu tepe. Rehber kitaplarda anlata anlata bitirememişler burayı, Nazlı da daha önce gitmemiş olduğu için hadi gidelim dedik. Ama malesef umduğumuzu bulamadık. Hiçbir şey yok. Lunapark bile kapalıydı. Gitmek için tramwaya, ardından finükülere binmek gerekiyor. Tramvay'a para vermeyelim dedik ve binmedik. Ancak çıkana kadar öldük, yani Katalanlık yapmış olduk. (Katalanlar çok 'tutumlu' insanlardır da ehehe) ama madem buraya kadar gelmiştik, hadi çıkalım dedik. Finükülere de bir ton para bayılıp tepeye çıktık. Tepede Sagrat Cor adında bir kilise var. Tanıdık geldi değil mi? Paris'teki Sacre Coeur'a ithafen yapılmış bir kilise bu. 

Kilisenin içi


Sagrat Cor

Barselona'da insanlar ne yapıyor, günü nasıl geçiriyor görmek için, mutlaka Sant Marti mahallesindeki la Rambla del Poblenou'ya gitmek gerek. Elbette buna benzer birçok yer var ancak burası benim en hoşuma giden yer oldu. Burası da bir rambla, etrafta cafelerde oturan insanlar, yürüyüş yapan insanlar, esnaf.. kısacası yerli halkın günlük yaşamının gözlemlenebileceği bir yer burası. Ve hiç turist olmaması da ayrıca güzel. Katalanların nohuttan yapılan bir içkileri de var. Adı Orxeta (Orçeta) tavsiye ederim. Soğuk içilen bu alkolsüz içki, yaz sıcağını frappe kadar olmasa da dindiriyor. Bu caddeden aşağı doğru inildiğinde denize çıkmış oluyoruz ve plajlar bizi karşılıyor.


 la Rambla del Poblenou

Barselona'nın en sevmiş olduğum özelliğinden birisi de, plajları oldu. Insanlar işten çıktıklarında kendilerini denize atıyorlar adeta. Şehir plajı olmasına rağmen hem kumsal hem de deniz çok temiz. Rahatça yüzülebilir. Burada çantalara dikkat, kapkaça çok sık rastlanılıyor. Masaj yapmak isteyen uzakdoğulu kadınlar ve birşeyler satmaya çalışan göçmenler sürekli kol geziyor etrafta. Ama zararsızlar, üstelemiyorlar en azından. Barceloneta plajı en turistik olanı ve genelde kalabalık oluyor. W Hotelin tersi yönündeki plajlar çok güzel. Özellikle Somorrostro ve Bogatell.


Plaj

Barselona'da nudizm insani bir hak olarak tanımlanıyor ve sokaklarda çıplak dolaşmak legal. Ancak mayo ile dolaşılması yasak, ve cezaya tabi.

Barselona da yemekle ilgili pek bilgiye sahip değilim. Çünkü hep evde yedik, evde yaptık tapaslarımızı. Ama dışarıda tapas barlara gidip atıştırmalık Tapaslar, Pintxoslar yiyebilirsiniz. Ispanya'daki tüm yemekleri yiyebilirsiniz haliye. (Paellalar, Jamonlar vb)


Pintxos'lar

Churros denilen kızartılmış hamur ve yanında gelen sıcak çikolatayı şiddetle tavsiye ederim. Biraz ağır olsa da çok doyurucu ve ucuz. Barri Gotic'teki Valor bu konuda ustadır.


Churroslarımız


 Greko-Katalan yemeğimiz

Barselona'ya gelip Montjuic'e gitmeden olmaz. Metro+Finüküler ile aktarmalı olarak bu tepeye çıkabilirsiniz. Botanik bahçesi ve etraftaki diğer Jardin (Bahçeler)leri gezmek güzel bir deneyim olabilir. Bu bölgede aynı zamanda 1992 Barselona olimpiyatlarının tesisleri bulunmakta. Gene Olimpiyat stadına giden yolda Miro'nun müzesi bulunmakta. Yeşile doyulabilecek bir bölge burası, ben çok sevmiştim.




Miro Müzesi

Buradan Katalunya Ulusal Sanat Müzesine de gidebilirsiniz. Ben bütün bu bölgeleri yürüyerek dolaşmıştım, biraz yorucu olsa da bence değer. Ben içerisine giremedim ama bu müzenin çok zengin bir içeriğe sahip olduğunu duydum. 


Museu Nacional d'Art de Catalunya

Stairway to heaven

Buraya gelmeden Arena yakınlarında Caixa Forum var. Ücretsiz sergiler oluyormuş herzaman. Ben gittiğimde maketlerle ilgili bir sergi vardı.

y viva España!!! :)

Barselona'ya gelip la Sagrada Familia'yı görmeden tabiki olmaz. Bekleneceği üzere Gaudi gibi sıradışı bir yapı. Dış yüzeyi erimiş çikolatayı andırdı bana hep.



Son olarak Parc de la Ciutadella'ya değinmek istiyorum. Bu şehir parkında dinlenebilir, gölü etrafında yürüyebilir, piknik yapabilirsiniz. Beğendiğim parklardan biri oldu. Ayrıca içinde bir botanik park da mevcut.



Kuzey yönünden buraya gelmeden biraz yukarıda ise Arc d'Triomf var. Hep Paris, hep Paris.. Anlamadım ben bu işi.

Yalnız buradaki kırmızı renkte.



Miro'nun izinde.


Gezimin son gününde buradan Budapeşte'ye geçtim. el Prat havaalanına gitmek çok basit. Metro ile el Clot'a gelin ve buradan geçen banliyö trenine binin. Havaalanında inersiniz. Tek biletle aktarmalı gitmek mümkün. Otobüslere binmeyin, hem pahalı hem de trafiğe yakalanma riski var.
Bu çok sevmiş olduğum şehre vakit ayırın ve imkanınız varsa gidin. Pişman olmazsınız. Bu hayat dolu şehir güzel anılar bırakacaktır! :)